Sezaryen Tekniğinin Gelişimi
Sezaryen tekniğinin gelişimi, hem toplumsal hem de tıbbi alanda çok önemli bir etkiye sahiptir . Sizin de bildiğiniz üzere, sezaryen ile doğum, bir çocuğun ameliyatla dünyaya gelmesidir ve son zamanlarda çok daha yaygın hale gelmiştir.
Günümüz toplumunda, sezaryen ameliyatı artık tehlikeli bir operasyon olarak görülmemektedir. Hatta bunun aksine, artık hiç endişelenilmeyen normal bir şey gibi görülmektedir.
Peki ya bu teknik nasıl gelişti ve insanlığı nasıl değiştirdi? Nasıl bu kadar normal hale geldi? Gelin bunları hep birlikte öğrenelim.
Sezaryen doğum nedir?
Sezaryen doğum, fetüsün annenin rahminden ameliyat ile alınması işlemine verilen isimdir. Bu işlem, günümüzde en yaygın uygulanan ameliyat şekillerinden biridir. Buna ek olarak, tıptaki gelişmeler sayesinde bu teknik git gide daha güvenli bir seçenek haline gelmiştir.
Uygulanma sıklığına baktığımızda, sezaryen doğumun giderek yaygınlaşan bir operasyon olduğunu fark ediyoruz. Diğer sebeplerin yanı sıra, hem anne hem de çocuk için olası riskleri azaltması, sunduğu en önemli avantaj olarak görülmektedir. Sezaryen doğum yapma kararı, aşağıdaki birkaç nedenden kaynaklanıyor olabilir:
- Bebeğin ya da annenin doğum sırasında hayatını tehlikeye atabilecek bir durum varsa.
- Doktor ve hastanın bu yöndeki ortak kararı mevcutsa. Bu durum, yaşanacak acıdan ve doğumu planlama isteğinden dolayı ortaya çıkabilir.
- Kişinin fizyolojik durumuna bağlı olarak gerekliyse. Bu durum, kadının kemik yapısının zamanla evrimleşerek pelvis kısmının daralması ve bunun sonucu doğumu zorlaştırmasından kaynaklanıyor olabilir.
Sezaryen tekniğinin gelişimi
Bu konuyla ilgili yaygın bir efsane, bunun Julius Caesar‘ın doğumunda da kullanıldığını anlatır, ama bu o zamanki tıbbi bilginin sınırlı olmasından dolayı pek de mümkün değildir. Bunun yerine sezaryen kelimesinin Latince kesmek anlamına gelen caedere kelimesine benzemesinden gelebileceği daha olası bir senaryodur.
Anestezi ve antibiyotiklerin gelişmesine kadar herhangi bir cerrahi operasyon riskli olarak görülmekteydi. Bu risklerden dolayı, sezaryen ile doğum yapmak, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar son çare olarak düşünülmekteydi. Bu operasyon, sadece anne ve çocuk için çok fazla hayati risk varsa gerçekleştiriliyordu ve aslında başarılı olacağı da garanti değildi.
İlk belgelenen sezaryen ameliyatı Amerika Birleşik Devletleri’nde 1794 yılında meydana gelmiştir. Operasyonu gerçekleştiren doktor Jesse Bennett, bunu karısına uygulamıştır. Anne ve çocuk başarıyla kurtarılmış ve tıp tarihinde çok önemli bir emsal haline gelmiştir.
Sezaryen ameliyatı ve insan gelişimi
Bilimin ve özellikle de tıbbın gelişimi sayesinde, artık daha kaliteli hayatlar sürebiliyor ve buna ek olarak yaşam süremizi artırabiliyoruz. Burada asıl ilginç olan ise bu tekniğin nasıl evrimsel değişikliklere sebep olduğudur. Kadınların bedeni günden güne bu tekniğe adapte olmaktadır.
Sezaryen çeşitleri
Sezaryen ameliyatı, kesiğin vücudun hangi bölgesine uygulandığına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Bu sayede, gövdesel ya da klasik sezaryen ve bölgesel ya da kısmi anestezi ile yapılan sezaryen olarak ayrılmaktadır.
Sezaryenin birçok sınıflandırılması mevcuttur ama genellikle iki gruba ayrılır. Bunlar da şu şekildedir:
- Tercihe bağlı sezaryen: Ayrıca buna planlı sezaryen ismi de verilir ve uygulama kararı doğumdan çok önce verilir.
- Acil sezaryen: bu durum genellikle normal doğum esnasında bir komplikasyon ile karşılaşılırsa tercih edilir.
- Bölgesel sezaryen: Bu yöntem en yaygın olandır ve rahmin alt kısmı kesilerek yapılır. Bu yöntemde çok az kas dokusu hasar görür ve böylece annenin iyileşmesi de daha hızlı olur.
- Bölgesel sezaryen, (çok önerilmeyen) dikey bir kesikle yapılabileceği gibi, (daha yaygın olan) ters kesikle ya da T şeklinde kesikle de yapılabilir. Son seçenek, daha çok, anne karnındaki bebek ile ilgili bir komplikasyon meydana geldiğinde tercih edilir.
Trendler
Sezaryen tekniğinin gelişimi, çok sayıda doğumun gerçekleşmesine olanak tanıdı ve bu sayede en yaygın tıbbi prosedürlerden biri haline geldi. Türkiye’de çocukların %25’i bu teknik kullanılarak dünyaya gelmektedir ve bu sayı aslında Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği sayıdan daha fazladır. DSO, bu sayının %15 civarında olmasını önermektedir.
Şüphesiz ki, bu tekniğin gelişmesi insanlığın bir başarısıdır. Ama ideal olarak, yalnızca tıbbi olarak kesinlikle gerekli olduğunda kullanılmalıdır.